İslam'a Göre Din Gerçeği
İslam'a Göre Dinin Tanımı: Buraya kadar 'din' kelimesinin sözlük anlamlarını ve Kur'an'da hangi manalarda kullanıldığını kısaca gördük. Görüldüğü gibi bu kelimenin sözlük anlamıyla yakın ilgisi olmakla beraber, Kur'an'ın gelişiyle yepyeni bir kavram anlamı kazanmıştır. Bu kavram, Allah'ın insanlara gönderdiği İslam'ın adı olmuştur. İslam bilginleri bu kullanımlardan hareketle 'din' kavramının tanımını yapmaya çalışmışlardır. İslami kaynaklarda 'din' in kısmen farklı tanımlarına rastlamaktayız. Ancak bu tanımların sözleri farklı olsa da, hepsinin ortak şeyi söyledikleri açıktır.
Bu tanımlardan Seyyid Şerif Cürcani'ye ait olanı oldukça yaygındır: "Din, akıl sahiplerini Peygamberin bildirdiği gerçekleri benimsemeye çağıran ilahi kanundur." 'Din' şu şekilde de tarif edilmiştir: "Din, akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı şeylere ulaştıran İlahi bir kanundur." Bu tanımlara göre din, Allah'tan gelen, peygamberler tarafından insanlara tebliğ edilen, insanları kendi istekleriyle hayırlı olan şeylere, daha doğrusu dünya ve ahiret saadetine götüren, içerisine iman, amel ve hayatla ilgili bütün hükümleri alan insanüstü bir sistemin adıdır.
Meşhur Cibril hadisinde Peygamberimiz (s.a.s.), din'i İslam, iman ve ihsan olarak tarif etmiştir. Allah'tan gelen din, teslimiyeti, yani en yüce otorite olan Allah'ın hakimiyetine bağlanmayı gerektirir. Bu teslimiyetin bir gereği olarak O'ndan gelen hükümleri kabul edip onlarla amel etmek inanmanın şartıdır. Nitekim İslam kelimesi, hem Allah'a teslimiyeti, hem de bu teslimiyetle selam (barış ve huzura) ulaşmayı ifade eder.
İman etmek, peygamberlerin Allah'tan getirip tebliğ ettikleri bütün haberlerin doğru olduğundan emin olmak, onları doğrulamak da dinin gereğidir. İhsan, hem Allah'ı görüyormuşçasına ibadet etmek, hem de adaletli olmanın da ötesinde güzel davranışlarda bulunmaktır. Bu davranışlar, amellerde, ahlakta ve Allah'ın hükümlerini uygulamakta olur. (Ebu Davud, Sünne, hadis no: 4695,4/223; Müslim, İman 1, hadis no: 1, 1/36; Tirmizi, İman 6, hadis no: 2612, 5/9)
Kur'an'da kullanılan 'din' kavramı, yukarıda geçen anlam gruplarının bazen birisini, bazen hepsini birden ifade eden bir nizamın adı olarak yer almaktadır. Kur'an bu nizama yer yer 'dinü'l-kayyim -dosdoğru din-' (9/Tevbe, 36), 'dinü'l-haıis -katıksız- Allah'a has din' (39/Zümer, 3), 'dinü'l-hakk' -dosdoğru- gerçek din' (9/Tevbe, 29), 'dinullah -Allah'ın dini-' (3/AI-i İmran, 83) gibi isimler vermektedir.
Diğer taraftan, Kur'an'daki 'din' kavramı, hem ilahlığı hem de kulluğu ifade etmektedir.
Din, yaratıcı (halik) ve kendisine ibadet edilen (ma'bud) Allah'a nisbetle; hakim olma, itaat altına alma, hesaba çekme, ceza veya mükafat verme; yaratılmış (mahluk) olan ve ibadetle sorumlu insana nisbetle, boyun eğip itaat etme, zelil olduğunu anlama, teslim olma, Yaratıcının hükümlerine uyma ve ibadet etmedir. Şüphesiz ki İslam'a göre din, kul ile Yaratıcı arasındaki ilişkiyi düzenleyen bir nizam, bir yoldur.
Din kelimesi, sadece hak din için, yani özel ve dar anlamıyla İslam için kullanılmaz. Din kelimesinin geniş olarak ele alındığı ıstılahtaki veya pratikteki anlamı; bir dünya görüşünü, bir hayat şeklini belirleyen görüşler, emirler ve yasaklar manzumesidir. Yani, üstünlüğü kabul edilen kanun ve kurallarla belirlenmiş yaşama şekline din denir. Dolayısıyla "her din bir hayat şeklidir ve her hayat şekli bir dindir" görüşü, genel itibariyle doğru bir görüştür. Nitekim İslami ıstılahta veya diğer bir deyişle islami pratikte dinin anlamı; en genel ifadeyle Yaratıcı ile insanların ve insanlar ile tüm yaratılmışların münasebetlerini tanzim eden nizamdır.
Kur'an-ı Kerim'de "din" kelimesi, sağlam bir nizamı, eksiksiz bir düzeni ifade edecek şekilde kullanılır. Söz konusu bu düzen, dört unsurdan meydana gelir:
1- Hakimiyet ve yüce egemenlik,
2- Bu yüksek egemenlik ve hakimiyete itaat edip boyun eğme,
3- Bu hakimiyetin otoritesi altında meydana gelen fikri ve ameli nizam,
4- Bu nizama uymaya ve ihlasla bağlanmaya karşı bu yüce egemenliğin verdiği mükafat veya karşı gelmek suretiyle isyan etmeğe verdiği ceza.
Kur'an-ı Kerim, bazen bu anlamlardan biri için, bazen de tüm bu dört anlamdan müteşekkil nizam için "din" kelimesini kullanır. Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim'in, bu kelimeyle bir hayat nizamını kasdettiği görülür. (Geniş bilgi ve ilgili ayetler için bkz. Mevdudi, Kur' an' a Göre Dört Terim, Beyan Yayınlan, s. 99-111)
Fıtrata uygun tek din olan hak dinin egemenliği için, bu dinin mensupları sonuna kadar mücadele etmelidir (Bkz. 2/Bakara, 193; 8/Enfal, 39). Çünkü hak dine karşı olanlar, bu dini ortadan kaldırıncaya kadar mücadele etmekten geri kalmayacaklardır (Bkz. 2/Bakara, 217). Ve onlar hak dini sürekli alay ve eğlence konusu yapacaklardır. O halde hak din mensupları bunları gönül dostu edinemezler (bkz. 5/Maide, 57; 6/En'am, 70; 7/A'raf, 51). Böyleleriyle duruma göre ya mücadele edilir, yahut da onlara: "sizin dininiz size, benim dinim bana!" (l09/Kafiru, 6) denir.
Dinde Aşırılık: Kur'an, din bahsinde bir tehlikeye dikkat çekmektedir: Bu, dinde gulüvdür/aşırılıktır. Dinde gulüv: Azgınlık, doymazlık, haddi aşmak, dine ilavelerde bulunmak demektir. Hz. Peygamber'in gulüv konusundaki beyanları bize gösteriyor ki, dinde gulüvün temelinde, birtakım insanların dinde olmayan bazı şeyleri Allah’a yaranmak adı altında dine yamatmaları ve esası kolaylık olan hak dini çekilmez hale getirmeleri vardır. Dinde aşırılık, ayetler çerçevesinde, öncelikle yanlış bir Allah inancında belirir. Daha sonra ise başkaldırma, aşırı gitme ve yapılan kötülükleri önleme çabasından yoksunluk olarak kendini gösterir.
Ehl-i kitapla ilgili bu aşırılık ve taşkınlığın yasaklanışı, dinlerin en orta yolcusu/dengeli olanı Hz. Muhammed'in dinine uymaya teşvik amacı taşır. Kur'an, hıristiyanlığın dinde gulüv yüzünden Hakk'a yüz çevirip hak dini dejenere ettiğini söylemektedir "De ki: Ey kitap ehli, haksız/yanlış yere dininizde taşkınlık etmeyin, dininiz konusunda aşırı gitmeyin. Daha önce sapıtan, pek çok kişiyi saptıran ve doğru yoldan ayrılan bir kavmin hevasına/keyiflerine uymayın. İsrail oğullarından inkar edenler, Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bu, başkaldırmaları ve aşırı gitmelerindendi. Birbirlerinin yaptıkları kötülükleri önlemezlerdi. Yaptıkları ne kötüydü!" (5/Maide, 77; aynca bkz. 4/Nisa, 171)
Kur'an, dinde aşırılıktan şiddetle kaçındırmaktadır. "Kalbini Bizi zikirden/anmaktan alıkoyduğumuz, keyfine uyan ve işi hep aşırılık olan kişiye itaat etme!" (18/Kehf, 28). Bu ayet de, aşırılıktan kaçınmayı, aşırılara uymamayı emretmektedir. Çünkü dinde aşırılık, dini amacından saptırır. Allah'ın koymadığı hükümlerin konmasına, yasaklamadığı şeylerin yasaklanmasına yol açar. Bu da insanların hareket alanlarını daraltır. Dinin amacı, insanın elini kolunu bağlayıp onu vehimlerin tutsağı yapmak değil; hurafelerden kurtarıp özgür, sadece Allah'a tertemiz kul yapmaktır. Din, ruhu bezeme yöntemidir. Allah'ın Rasülü (s.a.s.) şöyle buyurur: "Dinde aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekiler, dinde aşırı gittiklerinden ötürü helak oldular." (Darımi, Siyer 45; Ahmed bin Hanbel, 4/127, 5/318, 330)
Karşı Din; Allah'a Din Öğretmeye Kalkmak: Din konusunda bir diğer tehlike de; insanoğlu, dinin sahibi ve koyucusu olan Allah'a bile din öğretme küstahlığına yeltenebilmesidir. Kur'an bu noktada şu ibret ve ürperti dolu ifadeyi kullanmaktadır: "Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? Allah her şeyi en iyi bilendir." (49/Hucurat, 16)
Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi meşru kılmak, O'na karşı din üretmek anlamına gelir: "Yoksa, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı var? (Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var?) Eğer (azabı erteleme sözü) kesin hüküm bulunmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır." (42/Şura, 21)
Dinin Kaynağı
Din de dahil olmak üzere bütün kavramlara iki şekilde bakmak mümkündür: Dinin İlahi ve yüce kudret tarafından konulduğuna inanan düşünce, İnsanın her şeyden üstün olduğuna inanarak, dini bizzat insanın ürettiğine inanan görüş.
Buna göre ilerlemeci ve evrim teorisine dayanan ikinci görüşe göre, insanlık her geçen gün iyiye giden geri dönülmez bir akışın içindedir. İnsan, ilkel döneminde tabiat ve tabii hadiseler karşısında çaresiz kaldığından birtakım görünmez güçlerin var olduğuna inanmış ve bunları maddileştirerek zamanla tapınmaya başlamış, böylece putperestlik ortaya çıkmıştır. Bu yüzden insanlığın ilk dinine animizm (ruhlara tapma) adı vermişlerdir. Ölü ruhların, bedensiz varlıklarını devam ettireceği inancı atalara tapınmayı doğurmuş, buradan yağmur, ateş, kar gibi tabiat olaylarını idare eden çeşitli tanrıların varlığına inanılmış, zamanla bu tanrıların birleştirilmesiyle tek tanrı inancı ortaya çıkmıştır. Dinin insan tarafından uydurulup üretildiği anlayışına dayanan bu görüşlerin iddiaları şöyle maddeleştirilebilir:
"Eskiden kabileler kendilerini belli bir hayvan veya bitkiyle kan bağı içinde akraba sayar ve onlara saygılarını tapınma biçiminde gösterirlerdi."
"Din toplumsal bir süreçtir. Toteme (kutsal olan şey) gösterilen saygı insanların kendi birliklerini temsil ettiği içindir. O halde dinin temel fikri kutsaldır. Kutsal olan da toplumun kutsal kabul ettiği şeydir."
"Din insanın kendi kişiliğini bulurken hissettiği güçsüzlüğe karşı bir şeylere güvenme ihtiyacından doğmuştur."
"İnsanın kendi düşüncesini insan üstü bir plana aktarmasıyla din ortaya çıkmıştır. Yani insanların ruhun ölmezliğine inanmaları, adalete olan susamışlıkları, insanların bir adaletin tecellisine olan inançları din mefhumunu ortaya çıkarmıştır.
"Din baskı altındaki insanların iç çekmesi, kalpsiz dünyanın kalbi, ruhsuz dünyanın ruhudur. Din halkın afyonudur."
"Sonuç olarak din, ilkel insanın zayıflığının ürünüdür. İlkel ve çok tanrılı dinler tarihin ilk dönemlerinde yaşanmış olup, din de insanla birlikte evrim geçirmiştir. Din herhangi bir varlığın değil, bizzat insanın kendisinin ürünüdür. Teknolojinin ve tabii bilimlerin gelişmesiyle insan, tabiat üstünde hakimiyet kurmuş, tabiat olaylarına bilimsel açıklamalar getirmesi sonucu zamanla din, işlevini yitirecek, insan hayatının belli bir safhasında artık ihtiyaç olmaktan çıkacaktır."
Tüm bu ve benzeri inançlar Allah'a inanmayan, hak dini kabul etmeyen, ateist, laik, materyalist, komünist ideolojileri benimsemiş olan insanların ortak inancıdır.
İslam inancına göre dinin kurucusu Allah'tır. Bütün vahiy kaynaklı dinler Allah tarafından gönderilmiş, ilk günkü saflıklarını korudukları müddetçe yürürlükte kalmıştır. İlk insan, aynı zamanda ilk peygamberdir. Dolayısıyla insanlığın ilk dini çok tanrılı değil; tek tanrılıdır. Yani tevhid dinidir.
Allah'ın varlığı ve birliği, zat ve sıfatları, melek inancı, kitap inancı, peygamber inancı, ahiret inancı vahiy kaynaklı dinlerde değişmemiş, sadece şeriatler değişmiştir. Bunun içindir ki, Hz Adem'den, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kadar tüm peygamberlerin getirdiği hak dinlerin ortak adı İSLAM'dır.
Fakat peygamberler halkın arasından ayrıldıktan sonra, insanlar hak dinden uzaklaşmış, birtakım salih insanlara, yıldızlara, ağaçlara, hayvanlara, taşlara, heva ve heveslerine tapınmaya başlamışlardır. Hak dinlerde meydana gelen bu sapmayı ortadan kaldırmak için Allah Teala merhametinin bir sonucu olarak peygamberler göndermiş, bu elçiler insanları tevhid inancına tekrar tekrar davet etmişlerdir.
Yani insanlığın çok tanrı inancından tek tanrı inancına doğru gelişme gösterdiği anlayışı İslam inancına aykırıdır. İslam i'tikadında insanlığın ilk dini tevhid dinidir.
Din Duygusunun Menşei
Din duygusu fıtridir, doğuştan gelir. İnsan, inanma ihtiyacı ile yaratılmıştır. İnsan, yaratılışından bu güne kadar her zaman ve her yerde yüce, ulu, kudretli bir varlığa inanma ihtiyacı hissetmiştir. Bu ihtiyaç din duygusunun fıtri olduğunun delilidir. Dolayısıyla din duygusunun kaynağını, insanın fıtratında aramak gerekir. Nitekim Kur'an'da şöyle buyrulmaktadır: "Sen yüzünü bir kanıt olarak dine, Allah'ın fıtratına çevir ki, O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah 'ın yaratması değiştirilemez. " (30/Rum, 30 )
Peygamberimiz bir hadisinde "Her çocuk, İslam fıtratı üzerine dünyaya gelir. Bundan sonra anne ve babası yahudi ise, onu yahudi; hristiyan ise, hristiyan yapar." (Buharı, Cenaiz 79, 80,93; Müslim, Kader 22-25) buyurarak bu hususu açıklamıştır.
İstenen mükemmellikteki bir dini kim ortaya koyabilir? Kur'an-ı Kerim'in bu konuda bize verdiği cevaplar, gösterdiği deliller, tartışılamayacak ve reddedilme ihtimali bulunmayan güçlü delillerdir. B u deliller o kadar açıktır ki, hiçbir şekilde görmezlikten gelinemezler. İnsan hayatını yönlendiren, hayatına egemen olan her bir düzen bir "din" olduğuna göre ve aslında "din"in insanın belli nitelikteki sorularını cevaplandırmak, sorunlarını çözmek iddiasında bulunduğuna göre, bu keyfiyetteki bir "din"in koyucu su kim olabilir veya kim olmalıdır? Bu konuda Kuran-ı Kerim'in bize verdiği cevaplar gerçekten dikkate değerdir. Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1- Yaratan, yarattığının yapısına en uygun yolu gösterendir: "Her şeyi yaratıp düzene koyan, onu takdir edip ona yol gösteren ... O en yüce Rabbinin adını tesbih et." (87/A'la, 1-3) Rablerinin kim olduğunu soran Firavun'a Hz. Musa'nın şu cevabı ne kadar anlamlıdır: "Bizim Rabbimiz her şeye hilkatini veren, sonra da doğru yolu gösterendir." (20ITaha, 50)
Aynı cevabı Hz. İbrahim, kendisiyle tartışan Nemrut'a söylemişti. Nemrut, krallığının aynı zamanda insanların hayatını düzenlemek yetkisini kapsadığını kabul ettiğinden, kendisini de uyruğunu/halkını da Allah'ın dinine tabi olmaya davet eden Hz. İbrahim'e karşı çıkmış, bu konuda onunla tartışmak cür'etini göstermişti: "Allah kendisine mülk verdi diye Rabbi hakkında İbrahim'le mücadele edeni görmedin mi? Hani İbrahim: 'Benim Rabbim diriltir ve öldürür' deyince o: 'Ben de diriltir ve öldürürüm' demişti. İbrahim de: 'Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen de batıdan getir!' deyince, kafir şaşırıp kalmıştı." (2/Bakara, 258)
Hz. İbrahim'in getirdiği delil gayet açıktır, tartışılmayacak bir mantıki doğruluğa sahiptir. Bütün varlıklara düzeni veren Allah, aynı şekilde insan hayatını da düzenlemek yetkisine sahiptir. Kainata düzen veren Allah olduğuna ve evrendeki her şey Allah'a teslim olduğuna göre, insanlar da hayatları için Allah'ın dininden başka bir düzen aramamalıdır: "Onlar Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'na ister istemez teslim olmuştur ve O 'na döndürüleceklerdir." (31 A-I-i İmran, 83)
2- Yaratan, hem de bir tek emirle dilediğini yapan Allah'ın yaratıcılığı kabul ediliyorsa, ortaksızlığı da, beşer hayatını düzenleyiciliği de, kanun koyuculuğu da kaçınılmaz olarak kabul edilmelidir: "Bir şeyi diledik mi ona yalnızca 'ol!' deriz, o da hemen oluverir." (27/Neml, 40) "Rabbiniz o Allah'tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı; sonra Arş'a istiva etti. Onu durmadan kovalayan gündüze geceyi O bürüyüp örter. Güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğdiren O'dur. İyi bilin ki, yaratmak da emretmek de yalnız O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah'ın şanı ne yücedir." (7/A'raf, 54) "Şüphesiz Allah taneleri/tohumu ve çekirdekleri yarandır. Ölüden diriyi O çıkarttı. Diriden ölüyü de çıkaran O'dur. İşte bunları yapan Allah'tır. Nasıl olur da O'nun gösterdiği yoldan döndürülürsünüz?" (6/En'fun, 95)
Allah'ın yaratıcılığı, insanın hayatını düzenlemek yetkisinin de O'na ait olduğu gerçeği anlaşılsın diye vurgulanmaya devam edildikten sonra şöyle buyrulmaktadır: "Gökleri ve yeri yoktan var eden O'dur. O'nun bir eşi yokken, nasıl bir evladı olabilir? Her şeyi O yaratmıştır. Her şeyi hakkıyla bilen O'dur. İşte bunları yaratan Rabbiniz Allah; O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. O, her şeyi yaratandır. O halde yalnız O'na ibadet/kulluk edin. O, her şey üzerinde gözeticidir." (6/En'fun, 101-102)
İşte bu gerçek, mutlak olarak Allah'a ibadete, Allah'ı tevhide/birlemeğe götürür ve Allah'tan başkasının insan hayatını herhangi bir yönüyle düzenlemek yetkisini tanımak demek olan şirkin ya da mutlak olarak Allah'ı ve hükümlerini inkara götüren yolların fıtri ve mantıki olamayacaklarını apaçık bir gerçek olarak gözlerimizin önüne serer: De ki: '(düzen, kanun ve dolayısıyla din koyuculuklarını kabul ederek Allah' a koştuğunuz) ortaklarınızda,! yaratmayı başlatıp da (öldükten) sonra onu eski haline iade edecek kimse var mıdır?' De ki: İlkin yaratıp sonra onu geri iade edebilen Allah 'tır.' O halde nasıl döndürülüyorsunuz? De ki: 'Ortaklarınızdan hakkı gösterecek bir kimse var mıdır?' De ki: 'Hakkı gösterecek Allah'tır. Acaba doğruya ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı?' Ne oluyor size?! Nasıl hükmediyorsunuz?" (lO/Yunus, 34-35)
3- Yaratan, aynı zamanda yarattığını en iyi bilendir. Dolayısıyla, yarattığı için neyin iyi, neyin kötü, neyin doğru, neyin yanlış, neyin faydalı, neyin zararlı olduğunu bilendir. "De ki: 'Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" (2/Bakara, 140) "Hiç, yaratan bilmez mi? (Elbette bilir; Çünkü:) O, latif (ilmi eşyanın gerçeğini kuşatan)dir, her şeyden haberdardır." (67/Mülk, 13). İnsan, yeterli bilgiye sahip olmadığından hayır ile şerri tespitte yanılabilir: "Bazen hoşlanmadığınız bir şey size hayırlı olur; Hoşlandığınız bir şey de hakkınızda şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz." (2/Bakara, 216)
4- Allah'ın gösterdiği yol, hak ve hidayettir. Bunun karşısında zan vardır, heva vardır.
Bunların herhangi birisi ise, insanı dünyada ve ahirette mutluluğa ulaştırabilecek çözümü teklif edemezler: "Eğer senin çağrına uymazlarsa, bil ki: Onlar ancak hevalarına uymaktadırlar. Allah 'tan bir hidayet olmayarak hevasına uyandan daha sapık kim olabilir?" (28/Kasas, 50) "Eğer hak, hevalarına uysaydı, göklerle yer ve içlerinde olanların düzenleri bozulurdu." (23IMü'mimln, 71) "Onlar ancak zanna ve nefislerinin hevalarına uyarlar." (53/Necm, 23) "Halbuki onların, bunun hakkında bir bilgileri de yok. Onlar, ancak zanna uyarlar. Zan ise, haktan bir şey ifade etmez." (53/Necm, 28)
5- O halde insanın önünde tek bir yol kalmaktadır. O da, Allah'ın hükümlerine teslim olmak, O'ndan sadık haberi getiren rasullerin izinden gitmek: "Eğer herhangi bir şeyde çekişirseniz, onu Allah'a ve Rasulüne döndürün." (4/Nisa, 59) "Rabbine yemin olsun, onlar, aralarında anlaşmazlığa düştükleri meselelerde senin hükmüne başvurup sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde herhangi bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisa, 65) .
Görüldüğü gibi, Allah'ın dinine teslim olmak, insanın önündeki tek çıkar yoldur. Bu dine teslim olmak, hem insan fıtratının bir gereğidir, hem de insanın çevresini saran kainatla, hemcinsleriyle ahenk içerisinde yaşamasının da bir gereğidir. İnsan, kainatın bir yaratıcısı olduğunu bilmek noktasına gelip durmamalı, gerçek yaratıcının hüküm ve kanunlarına, düzen ve değerlerine de iman etmeli, tavizsiz bir şekilde bağlanabilmelidir. İşte o zaman insan batıl dinlerin çıkmazlarından, problemlerinden, şikayetlerinden kurtulabilmek imkanını yakalayabilir.
Yüce Allah, peygamberler gönderip beraberlerinde kitaplar indirmesinin sebebinin, hükmetmek olduğunu açıklamaktadır: "Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, onun hakkında hüküm vermek (yetkisi), Allah'ındır. İşte bu (hakimiyet sahibi) Allah, benim Rabbimdir. Ben yalnız O'na tevekkül ettim v,e ben yalnız O'na dönerim." (42/Şura, 10) Hz. Yusuf (a.s.) da şöyle demiştir: "Ey zindan arkadaşlarım, darmadağınık birçok (düzme) rabler mi hayırlıdır, yoksa kahhar olan bir ve tek Allah mı? Sizin O'nu bırakıp da taptıklarınız kendinizin ve babalarınızın adlandırdığı ve haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği birtakım (abes) isimlerden başkası değildir. Hüküm, sadece Allah'ındır. O kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din, işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler." (l2/Yusuf, 39/40)
Demek ki, hüküm (hakimiyet, egemenlik, anlaşmazlık konularında son sözü söylemek yetkisi) yalnız Allah'ındır. Rasulleri ise O'ndan aldıklarını tebliğ ederler. Onların tebliğ ettikleri hüküm, Allah'ın hükmü demektir. Onların emirleri, Allah'ın emri; onlara itaat, Allah'a itaattir (4/Nisa, 64-65). O halde bütün insanlar Allah'ın rasulünün hükmüne başvurmakla yükümlüdür. O, peygamberlerin sonuncusudur. Allah'ın en değerli yaratığıdır. İster ilim adamı, ister yönetici olsun, ister şeyh, ister başka bir kimse olsun, hiçbir kimse, hiçbir şeyde O'nun hükmünün dışına çıkamaz; hükmünü kabul etmeyip çıktığında müslüman kalamaz.
Yüce Allah, bütün peygamberlerin dinlerinin bir olduğunu açıklamaktadır: "O, 'dini dosdoğru uygulayın, onda ayrılığa düşmeyin' diye, dinden sana vahyettiğimizi, İbrahim, Musa ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi size şeriat/hukuk düzeni yaptı. Fakat kendilerini çağırdığın bu nizam, Allah'a şirk/ortak koşanlara ağır geldi. Allah, dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir." (42/Şura, 13). Evet, tüm peygamberlerin dini birdir. O da İslam'dır. Bütün peygamberler müslümandır, mü'mindir. Nitekim bu gerçeği Yüce Allah, Kur'an'ın değişik yerlerinde dile getirir. Allah'ın; peygamberleri göndermekten ve kitaplar indirmekten maksadı, "din"in bütünüyle Allah'ın olmasıdır. Yani, insanların hem inanç, hem de hayat ve hukuk düzenlerinde Allah'ın hükümlerine uymasıdır.
Şer'i hükümler, farklılık gösterse bile, peygamberlerin getirdiği din birdir. "Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize bir sor: 'Rahman'dan başka ibadet edilecek tanrılar kılmış mıyız?" (43/Zuhruf,45) "Andolsun ki Biz her ümmete: 'Allah'a ibadet edin ve tağuttan sakının' diye tebliğ yapması için bir peygamber gönderdik." (Nahl, 36). Peygamber Efendimiz (s.a.s.), bu gerçeği şöylece dile getirmektedir: "Biz peygamberler topluluğunun dini birdir; baba bir kardeşler gibiyiz." (Buharı, Enbiya 48; Müslim, Fezail 145)
Bütün peygamberlerin dinleri bir olduğu gibi, gönderilme maksadı da birdir. O da: Ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi, Allah'ın hükümlerine teslimiyet ve bağlılık, Allah'ın dinine ve hükümlerine alternatif gösterme gafletine düşmemek, yani tağuttan, tağuti hükümlere uymaktan uzak kalmak, bunları insanlara tebliğ etmektir. Bundan dolayı, insanoğlu huzur ve rahatını temin için Allah'ın nizamını bizzat yaşamaktan, hayatını O'nun nizamına uydurmaktan, toplum düzenini Allah nizamına tabi kılmaktan başka bir tarafa yönelmemelidir. İnsan, kendi başına bir nizam kuramaz; kurduğu takdirde mutlaka Allah'ın kainatta can olan kanunları ile çatışacaktır. O zaman, insanoğlu ezilmeye mahkumdur.
Bugün beşeriyet acı bir boşluğun azabı içinde kıvranıp duruyorsa bu, ruhlardan iman hakikatinin silinmesinden ve beşer hayatının Allah'ın nizamından mahrum kalmasındandır. Allah'ın yegane nizamını ve biricik dinini hakikaten bilen, Allah nizamını taşıyıp tebliğ vazifesiyle mükellef kılınan şerefli kafileyi, yüce ve temiz insanları bilen hakiki ümmet... "Allah'ın dininden başkasını mı arzu ediyorlar? Halbuki yerde ve gökte olanlar, İster istemez O'na teslim olmuşlardır. Ve O'na döndürüleceklerdir. Kim İslam'dan başka bir din arzu ederse, ondan asla kabul olunmayacaktır. Ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardandır." (Al-i İmran, 83" 85)
Kur'an'a göre "din", ne Auguste Comte'un söylediği gibi pozitivist devir öncesinin zamanı geçmiş bir kalıntısıdır, ne marksizmin ileri sürdüğü gibi bir "üstyapı" kurumudur, ne medeniyetçi tarih görüşünün ileri sürdüğü gibi medeniyeti meydana getiren unsurlardan birisidir ve ne de nasyonalist düşüncelerin görmek istediği gibi mileti (ulusu) meydana getiren unsurlardan birisidir. Kısaca "din"e ikinci ya da daha sonra gelen bir unsur gözüyle bakan bütün yaklaşımları Kur'an-ı Kerim reddetmektedir. Kuran-ı Kerim'in bizlere sunduğuna göre din, beşer hayatının birinci ve hatta biricik faktörü ve etkenidir. Medeniyetin sosyal, ekonomik, fikri, itikadi ve siyasal tutum ve seyrini belirleyen "din"dir.
Durum böyle olduğuna göre geçmişte olduğu gibi günümüzde de insanların önünde izlemeleri, uymaları, bağlanmaları gereken tek din, İslam'dan başkası olamaz. Çünkü kamil din odur, Allah tarafından kabul edilecek din odur, ahirette zarara uğramaktan kurtaracak din yine odur. (M. Beşir Eryarsoy, Şamil İslam Ansiklopedisi, c. 1, s. 399-401)
Dinin Gerekliliği
Yapılan çok yönlü araştırmalar da göstermektedir ki, insanlığın yaratılışından günümüze kadar, dinden uzak toplumların varlığına şahit olunmamıştır. Din fikri insanla beraber var olmuş ve onunla birlikte yaşayacaktır. İnsan, fiziki ve ruhi yapısı itibarıyla dine muhtaçtır. Fiziksel varlığının devamı için nasıl ki, yeme içmeye, giyime, korunmaya, barınmaya muhtaçtır; Manevi varlığının devamı için de dini prensiplere muhtaçtır. Sadece maddi ihtiyaçlarını düşünen insanlar, hasta ve dengesiz tiplerdir, zayıf karakterli kimselerdir.
Din ve Bilim
Bu konuyu açıklamadan önce ilmin Allah’ın sıfatı olduğunu belirtelim İslam dininin geçmişten günümüze kadar ilimle hiçbir meselesi/problemi olmamıştır. ilim ve din çatışması Hristiyan Avrupa’nın sorunu olmuştur.
İslam inancına göre üç çeşit kitap vardır:
1) Kur'an-ı Kerim (Vahiy): Bu kitaptan doğan ilimler; Tefsir, Hadis, Fıkıh, Akaid, Kıraat, Tecvid vs.
2) Kainat: Bu kitaptan doğan ilimler; Fizik, Kimya, Matematik, Biyoloji, Astronomi, Botanik, Coğrafya, Mühendislik bilimleri vs.
3) İnsan: Bu kitaptan doğan ilimler; Tıp, Psikoloji, Sosyoloji, Tarih, Antropoloji vs.
Buna göre İslam'da din ilmi, din dışı ilim diye bir ayrım söz konusu değildir. Yani bazı ilimler kutsal, bazıları ikinci, üçüncü ... sınıf ilimler şeklinde bir ayrım yoktur. Kur'an tüm kainatı ye insanı ayetler topluluğu olarak görür. Bu ayetlerin tümünü inceleme görevini insana yükler. İnsanın kendini ve kainatı anlamaya çalışması sonucu ortaya çıkan ilimler ile, Kur'an'ı anlamaya çalışması sonucu ortaya çıkan ilimler arasında fark yoktur. Tüm ilimler, ayetleri anlamaya çalışmak suretiyle Allah'a yöneliştir. Bu yüzden tüm ilimler değerli ve tüm alimler hürmete layıktır.
Tabiatı, insanı ve Kur'an'ı anlamaya dönük ilimler bir arada yürütülmelidir. Bunlardan birine ağırlık verilip diğerleri ihmal edilirse, insanın ve tabiatın dengesi bozulur. Günümüzde yaşandığı gibi insanlığı türlü felaketlere sürükler. Bu günkü modem dünyayı kuranlar, Kur'an'ı dışladıkları için insanlığı felakete sürüklemişlerdir.
Kur'an bize en küçük böceklerden en büyük hayvanlara, bir sinek kanadından okyanuslara kadar, denizler, göller, yağmur, güneş, bulut, rüzgar, bitkiler, gece ve gündüz, kısacası yeryüzünden gökyüzüne her zerrenin ve kürrenin bir ayet, Allah'a götüren bir işaret olduğunu söylüyor.
Kur'an-ı Kerim'de sureleri oluşturan bölümlere de ayet denir. Tüm bu ayetlerin anlaşılmasına dönük ilimler ve alimler değerlidir. Zaten ilim demek, ayetlerin anlaşılması demektir. Bir şartla ki, bu ilimler insanlığın faydasına hizmet etmeli, alimler, bilginler de iman sahibi olmalıdır. "Kesin olarak inananlara, yeryüzünde ve kendi içinizde Allah'ın varlığına nice deliller vardır; görmez misiniz?" (511Zariyat, 20-21) "O'nun hak olduğu meydana çıkıncaya kadar varlığımızın belgelerini onlara hem dış dünyada ve hem de kendi içlerinde göstereceğiz. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?" (Fussiletı 53)
Din, maddi alemden daha çok, maddi alemin dışında kalan, ölçülebilme, gözlenebilme özelliği olmayan bir aleme, kainatı yaratan, şekillendiren bir varlığa olan inançtır. Din bu alem ve diğer alem hakkında bilgi verir. İnsanların bu dünyada nasıl yaşaması gerektiğini açıklar. Bilim ise, ölçülebilme ve gözlenebilme özelliği olan bu aleme dayanır. Kainattaki düzeni ve bu düzenin uyduğu kuralları araştırır, keşfeder ve aralarındaki çeşitli ilişkileri ortaya çıkarır.
Bilim elde edebilmek için, a) Bu alemin bizden bağımsız olarak var olduğuna, b) Bu alemden bilgi elde etmenin mümkün olduğuna, c) Bu alemin anlaşılabilir olduğuna inanmak gerekir.
Burada şu hususa dikkat etmek gerekir. Din ve ilim insanın dışında ve insandan bağımsızdır. İnsan bunları icad edemez. Sadece keşfeder veya idrak eder. Bunların yerine kendi heva ve hevesine uygun yeni şeyler koyamaz. Böyle yaptığını zannetse bile sadece kendi dışında var olan bu olayları ortaya çıkarmış olur.
Ayrıca kendisinden bağımsız olan, yerçekimi yasasını, sofra tuzunun formülünü, güneş sisteminin işleyişini, kendi yaratılış kanununu değiştirmek veya peygamberliği, günlük namazların sayısını beşten altıya çıkarmak ya da dörde indirmek vs. mümkün değildir. Tüm bu ve benzeri yasalar referandum yolu ile değiştirilemez. çünkü ilimde ve dinde demokrasi olmaz. Her ikisi de insandan bağımsızdır.
Gerçek ilim adamları, dinin ve ilmin yasalarını, bunların özelliklerini, bunlar arasındaki ilişkileri anlamaya ve idrak etmeye çalışan ve sonuçta Allah'ı bulanlardır.