tevhidinanci.tr.gg

İslam Çağrısının Tabiatı

 
       "Kâfirler birbirlerinin yandaşları, koruyucularıdırlar. Eğer aranızda bu sıkı dayanışmayı gerçekleştirmezseniz,  yeryüzünde fitne ve büyük bir kargaşa çıkar." (Enfal sur. 73.ayet)
 
       Peygamberimiz Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- eliyle gerçekleşen islâm çağrısı, sadece seçkin peygamberler kafilesinin önderliğinde süregelen uzun davet zincirinin son halkasıdır. İnsanlık tarihi boyunca süren bu davetin bir tek hedefi vardı: İnsanlara biricik ilahlarını, gerçek Rabblerini tanıtmak, onları tek ve ortaksız Rabblerine kul yapmak, yaratıkların ilahlığını geçersiz kılmak... Bazı kısa dönemlerde ortaya çıkan sayılı kişiler dışında insanlar ilahlık gerçeğini inkâr etmiyorlardı. Allah'ın varlığını temelde tartışma konusu yapmıyorlardı. Bunun yerine inanç ve ibadette ya da hakimiyet ve itaatte O'na başka tanrıları ortak koşuyorlardı. Bunların ikisi de şirktir ve insanları Allah'ın dininden çıkarır. İnsanlar bu dini, gelen her peygamber aracılığıyla öğrenmişler. Sonra zaman geçtikçe inkâr etmişler, bu din sayesinde içinden çıktıkları cahiliyeye geri dönmüşler. Tekrar Allah'a ortak koşmaya koyulmuşlar... İnanç ve ibadet noktasında itaat ve hakimiyet noktasında, ya da her ikisinde...
       İnsanlık tarihi boyunca süregelen Allah'a davet olgusunun özelliği budur. Bu davet, "İslâmı" hedeflemiştir. Kulları kulların Rabbine teslim etmeyi, onları kulların otoritesinden, egemenliğinden, yasalarından, değerlerinden ve geleneklerinden kurtarıp Allah'ın otoritesine, O'nun egemenliğine, bütün hayat meselesinde sadece O'nun şeriatinin hükümranlığına teslim etmek suretiyle kula kulluktan çıkarıp, tek ve ortaksız Allah'ın kulluğuna yükseltmeyi hedeflemiştir. İşte islâm, Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- eliyle bunun için gelmiştir. Nitekim ondan önceki seçkin peygamberler aracılığı ile de bu hedefi gerçekleştirmek için gelmişti. İnsanları da içine alan bütün evrenin boyun eğdiği gibi, insanları da Allah'ın hakimiyetine boyun eğdirmek için gelmiştir islâm. İnsanların hayatını yönlendiren otorite, evrenin varlığını yönlendiren otoritenin kendisi olmalıdır. İnsanlar tüm evreni yöneten sistemin, otoritenin ve idarenin dışına çıkıp değişik bir s,istemle, otorite ve idareyle bütünden ayrılamazlar. Aslında evreni yöneten otorite, onların hayatının isteğe bağlı olmayan kısmını da yönetmektedir. İnsanlar, doğuşları, gelişmeleri, sağlıkları, hastalıkları, hayatları ve ölümleri açısından Allah yapısı fıtri kanunlara uymaktadırlar. Aynı şekilde onlar toplumsal yaşayışlarında ve isteğe bağlı davranışlarının sonucu olarak başlarına gelen durumlarda bu kanunlara uymaktadırlar. Onlar bu konularda Allah'ın yasasını değiştirme gücüne sahip değildirler. Nitekim onlar şu evrene hükmeden, onu yönlendiren evrensel yasalara ilişkin Allah'ın hükmünü de değiştiremezler. Bu yüzden onlar, hayatlarının isteğe bağlı kısmında islâma yönelmelidirler. Bu hayatın her alanına Allah'ın şeriatını egemen kılmalıdırlar. Böylece hayatlarının isteğe bağlı olan yönü ile fıtri yönü arasında, varoluşlarının bu iki yönü ile evrenin yapısı arasında ahenk sağlanmış olur.
       Ne var ki, insanın insana egemenliği esasına dayanan, böylece varlık bütününden kopan, insan hayatının isteğe bağlı yönüne hükmeden sistemi ile fıtri yönüne hükmeden sistemi arasında çatışma meydana getiren cahiliye... Bütün peygamberlerin tek ve ortaksız Allah'a teslim olma davasıyla karşıladıkları, yine Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- Allah'dan getirdiği mesajla karşı koyduğu cahiliye... Evet, bu cahiliye hiçbir zaman, sadece bir "teori" olarak belirmez. Hatta çoğu zaman cahiliyenin kesin anlamda bir "teorisi" de olmaz. O her zaman organik bir yapıda somutlaşır. Bir toplumun varlığında somutlaşır cahiliye, o toplumun rejimine, düşüncelerine; değer yargılarına, kavramlarına, duygulàrına, gelenek ve göreneklerine uyma şeklinde belirir. Cahiliye, bireyleri arasında bu denli bir ilişki, bir dayanışma, uyum, dostluk ve organik yardımlaşma bulunan örgütlü bir toplumdur. Bu özellikler o toplumu bilinçli ya da bilinçsiz olarak varlığını korumaya, rejimini savunmaya, herhangi bir şekilde bir varlığı ve rejimi tehdit eden tehlikeli unsurları ortadan kaldırmaya yöneltir.
       Cahiliye, sadece bir "teori" olarak belirmediğinden, daha çok, işaret ettiğimiz şekilde hareketli ve örgütlü bir toplumun varlığında somûtlaştığından, bu cahiliyeyi ortadan kaldırma ve insanları bir daha Allah'a döndürme eyleminin sırf bir "teori" olarak belirmesi normal değildir ve hiçbir yarar sağlamayacaktır. Böyle bir durumda, ondan üstün olması bir yana, fiilen varolan, organik ve hareketli bir kitle tarafından uygulanan cahiliyeye denk olması da mümkün olmayacaktır. Nitekim, fiilen varolan bir varlığı ortadan kaldırıp, yerine, mahiyeti, metodu, bütünü ve parçasıyla temelden farklı bir varlık yerleştirme eylemi böyle bir üstünlüğü zorunlu kılmaktadır. Daha doğrusu bu yeni değiştirme eyleminin, teorik ve pratik kuralları, ilgileri, bağları ve ilişkileri bakımından fiilen varolan cahiliye toplumundan daha güçlü, örgütlü ve pratik bir kitlenin varlığında somutlaşması kaçınılmazdır.
       İslâmın tarih boyunca dayandığı teorik temel; "Allah'dan başka ilah olmadığına" şahitliktir. Yani yüce Allah'ı ilahlıkta, rabblıkta, yönetimde, otoritede ve egemenlikte bir kabul etmektir... Bu konularda O'nu, vicdanda, inanç ve davranışlarda, ibadet ve hayatın realitesinde şeriat açısından bir kabul etmektir. `Allah'dan başka ilah olmadığına şahitlik' etmek, ona ciddi ve gerçek bir varlık kazandıran bu eksiksiz şekilde gerçekleşmediği sürece, fiilen varolmadığı gibi, Allah'ın şeriatına göre de bir değer ifade etmez. Bu sözü söyleyenin müslüman oluşu ve müslüman olmayışı bu gerçeğe göre değerlendirilir.
       Bu temel gerçeğin teorik açıdan belirginleşmesinin anlamı şudur: İnsanlık hayatı toptan Allah'a dönmelidir. Onlar hayata ilişkin herhangi bir konuda, hayatın herhangi bir yönünde, kendi kendilerine bir karar veremezler. Daha doğrusu hayatta uymaları için Allah'ın hükmüne dönmeleri kaçınılmazdır. Allah'ın bu hükmünü de, kendilerine bu hükmü açıklayacak bir tek kaynaktan öğrenmelidirler. O da Allah'ın peygamberidir. Bu kaynak, islâmın ilk şartı olan şehadetin ikinci cümleciğinde, yani "şahitlik ederim ki, Muhammed Allah'ın peygamberidir" cümlesinde somutlaşmaktadır.
       İşte islâmın somutlaştığı teorik temel budur. Bu temele dayanır islâm. Bu temel, hayatın tüm sorunlarına uygulandığında eksiksiz bir hayat sistemine kaynaklık eder. Bu sistemle müslüman, gerek islâm yurdunun sınırları içinde, gerekse dışında, hem müslüman toplumla ilişkilerinde, hem müslüman toplumun diğer toplumlarla olan ilişkilerinde bireysel ve toplumsal hayatın tüm ayrıntılarını karşılar.
       Fakat islâm -dediğimiz gibi- sadece kendisini kabul edenlerin inanç olarak kabul etmesini ve ibadetleri yerine getirmesini, bundan sonra da fiilen varolan pratik cahiliye toplumunun organik rejiminin bünyesinde birer ferd olarak kalmasını öngören bir `teoride' somutlaşamaz. Sayıları ne kadar çok olursa olsun, böyle fertlerin varolması, islâmın "fiilen var" olduğu anlamına gelmez. Çünkü cahiliye toplumunun organik yapısına giren `teoride müslüman fertler' kesinlikle bu organik toplumun isteklerine olumlu karşılık vermek zorunda kalacaklardır. İsteyerek veya istemeyerek, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, bu toplumun hayatı ve varlığı için kaçınılmaz olan temel ihtiyaçları temin etmek için harekete geçeceklerdir. Bu toplumun rejimini savunacaklardır. Varlığını ve rejimini tehdit eden etkenleri bertaraf edeceklerdir. Çünkü organik bir yapı ister istemez bu görevleri bütün üyelerine yükleyecektir. Yani, `teoride müslüman' fertler, `teoride' yıkmaya çalıştıkları cahiliye toplumunu `pratikte' güçlendirmeye çalışacaklardır. Onun bünyesinde, ona kalıcılık ve süreklilik kazandıran canlı birer hücre işlevini göreceklerdir. Hareketleri; şu cahiliye toplumunu yıkıp yerine islâmi bir toplum kurmak hedefine yönelik olacağına, yeteneklerini, deneyimlerini ve emeklerini cahiliye toplumunun yaşaması ve güçlenmesi için harcayacaklardır.
       Bu yüzden daha ilk andan itibaren, islâmın teorik temeli, yani inanç sistemi (akide) hareketli ve organik bir kitlenin varlığında somutlaşmalıdır. Cahiliye toplumunun dışında hareketli ve organik diğer bir toplumun oluşması kaçınılmazdır. Bu yeni toplum, islâmın ortadan kaldırmayı hedeflediği hareketli ve organik cahiliye toplumundan ayrı ve bağımsız olmalıdır. Ve bu yeni toplumun ekseni, peygamberimizin, ondan sonra da insanları Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığına, Rabblığına, otoritesine, hakimiyetine, sultasına ve şeriatına döndürmeyi hedefleyen islâm önderlerinin şahsında somutlaşan yeni yönetim olmalıdır. Dolayısıyla, "Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın peygamberi olduğuna şahitlik edenler" hareketli ve organik cahiliye toplumu ile -yani içinden kopup geldikleri toplum ile- ve bu toplumun önderliği ile olan tüm dostluk bağlarını koparmalıdırlar. Bu dostluk ne şekilde olursa olsun; ister kâhinler, tapınak bekçileri, sihirbazlar ve falcılar gibi dini önderlere yönelik olsun, ister Kureyş'te olduğu gibi siyasi, toplumsal ve ekonomik önderlere yönelik olsun kesilecektir. Bu insanlar tüm dostluk bağlarını yeni, hareketli ve organik islâm toplumuna ve onun müslüman yöneticilerine özgü kılmalıdırlar.
       Bu durum daha müslüman islâma girer girmez, "Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın peygamberi olduğuna" şahitlik eder etmez gerçekleşmelidir. Çünkü müslüman bir toplumun varlığı bunun dışında başka türlü gerçekleşmez. Sayıları çok da olsa, organik, bireyleri birbiriyle uyuşan ve yardımlaşan bir toplumun şahsında somutlaşmadığı sürece islâmın teorik temelini ferdlerin gönüllerine yerleştirmekle islâm toplumu gerçekleşmez. Bu toplumun başlı başına ve bağımsız bir varlığı olmalıdır. Üyeleri tıpkı canlı bir organizma gibi varlığını kökleştirmek, derinleştirmek, yaygınlaştırmak için organik olarak hareket etmelidirler. Varlığına ve bünyesine yönelik olarak saldırıya geçen etkenleri bertaraf etmek suretiyle varlığını savunmalıdırlar... Bunun için de, hareketlerini düzenleyen ve uyumlu hale getiren, cahiliyenin yönetiminden bağımsız bir önderin yönetiminde hareket etmelidirler. Bu yönetim onlara, islâmi varlıklarını kökleştirecek, derinleştirecek ve yaygınlaştıracak direktifler verir. Diğer cahili varlıkla mücadele etmek, başkaldırmak ve ortadan kaldırmak için hareketlerini yönlendirir.
       İşte islâm bu şekilde ortaya çıktı. Özlü ve fakat kapsamlı teorik temeline dayanarak, aynı anda cahiliye toplumundan bağımsız, ondan ayrı ve ona karşı koyan hareketli ve organik bir toplumun varlığında somutlaşarak ortaya çıktı. Hiçbir zaman islâm bu pratik varlığından uzak olarak sadece bir "teori" olarak gerçekleşmemiştir. Yeniden islâmın bu şekilde ortaya çıkması mümkündür. İslâmın hareketli ve örgütlü oluşumunun tabiatı gereği gibi kavranmadığı sürece, hiçbir zaman ve hiçbir yerde cahiliye toplumunun gölgesinde islâmı yeniden oluşturmak mümkün değildir.
                                                                                                                       Seyyid Kutub  (Fizilal-il Kur'an)
 
Gelen 58277 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol