tevhidinanci.tr.gg

İslam ve Demokratik Sistemler

Allah'a ve İslam'a düşman olan Amerika ve Avrupa devletleri; Arap ülkelerinde ve bir zamanlar İslam diyarı olan diğer ülkelerde İslam'ın tekrar hakim olmaması için uydurdukları dikta, krallık ve baskı rejimlerinin faydasız ve halkı patlama noktasına getiren rejimler olduğunu görmeleri sonucunda bu rejimlerden daha yumuşak olan ve demokratik sistem denilen bir rejim ortaya çıkarttılar. Bu sistemin özü şudur. Halk değişik görüşlere ve partilere mensup temsilcilerden dilediğini serbestçe seçer ve bu seçilen temsilcilere milletvekili denir. Bu millet vekilleri bir mecliste toplanır ve o mecliste hangi parti yeteri kadar fazlalıkta milletvekili çıkartmışsa o parti devleti idare eder. Diğer partilere mensup milletvekilleri ise hükümetin muhalefet grubunu oluşturur. Bu ülkede bütün kanunlar bu meclis tarafından çıkartılır. İnsanlarla ilgili bir kanun çıkartılmak istendiğinde, kanunun çıkmasını isteyen milletvekillerinin sayısı, belirlenmiş bir oranı açarsa artık o hüküm kanunlaşır. Bundan sonra gerek milletvekilleri gerekse halk, kabul etse de, etmese de, istese de, istemese de bu kanuna uymak zorundadırlar. Bu mecliste bir kanun çıkartılırken o kanunun İslam'a uygun olup olmadığına değil, halkın seçmiş olduğu kimselerin belli bir oy oranıyla o kanunu kabul edip etmemesine bakılır. Şayet bir kanuna milletvekilleri gerekli çoğunlukta evet derlerse, o kanun İslam'a zıtta olsa fark etmez, kanunlaşır ve uygulamaya konur.

       Demokrasi sistemi, İslam dışındaki diğer mevcut sistemlere nazaran fertlere daha fazla hürriyet ve görüş özgürlüğü verdiği için insanların çoğu bu sistemi, İslam'a uygun olup olmamasına bakmaksızın, kabul edip benimsediler ve bu sistemin çok güzel bir sistem olduğu kanaatine vardılar. Diğer dikta rejimleri altında yaşayan halklarda bu sisteme geçmeyi arzuladılar.  Hatta demokrasinin ne olduğunu bilmeyen bazı İslamcı yazarlar: <<Demokrasi İslam'dandır>> demeye başlamışlardır. Bu sözleri onların batıya karşı duydukları iç yenilgi ve aşağılık kompleksinin bir etkisidir.
       Resulullah zamanında, Resulullah'a daha henüz risalet gelmeden önce Mekke'deki kureyş kabilesinde de günümüzdeki demokratik meclislere benzer bir sistem hakimdir. Mekke'de de Dar-un Nedve denilen günümüzdeki demokratik sistemlere benzeyen bir meclis vardı. Mekke devletini ilgilendiren bütün kararlar bu mecliste alınırdı. Kabile fertlerini temsil eden kabile reisleri bu mecliste toplanır ve meseleler hakkında her kabile reisi görüşünü özgürce belirtirdi. Sonuçta çoğunlukla kabul edilen görüş kanunlaşır ve kabul etseler de etmeseler de bu kanun bütün kabilelere uygulanır ve herkes bu kanuna itaat etmek zorunda kalırdı.  Kureyşliler, Resulullah'ı öldürmek için burada karar almak için toplandıklarında yaptıkları konuşmalarda ve tekliflerde açık olarak görüyoruz. Kureyşin değişik kabilelerine mensup reislerin her biri değişik görüşler ileri sürdüler. Sonunda Ebu Cehil'in görüşü  uygun görülüp oy birliği ile kabul edildi ve bu uygulamaya kondu. Günümüzün demokratik meclislerindeki işleyişte bundan daha farklı değildir.
       Bu açıklamalardan sonra şimdi demokratik sistemle İslam sistemi arasında bir uygunluk veya uzlaşma olup olmayacağı konusunu inceleyelim. Acaba İslam sistemi bu sistemi kabul eder mi? İslam böyle bir sisteme izin verir mi? Bu sistemi kabul edenlerin İslam'a göre hükümleri nedir?
       İslam sisteminde hakimiyet; kanun koyma yetkisi yalnız ve yalnız tek bir merciye aittir. O merci ise Allah'tır. Bu tartışmasız bir gerçektir. İslam devletinde haramlar (yasaklar) ve helaller (serbestler), Resulullah'a Allah katından gelen Kur'ân ve sünnete göre belirlenir. Allah'ın haram kıldığı bir şeyi bütün insanlar helal (serbest) kabul etse bile Müslümanlara düşen Allah'ın hükmünü kabul etmek, bunun dışındakileri ise reddetmektir. Çünkü müslüman bilir ki; bu mesele ibadet meselesidir ve kişi kimin hükmünü kabul edip itaat ederse ina ibadet etmiş olur. Müslüman, ancak her türlü meselede yalnız Allah'ın hükümlerini kabul edip itaat ettiğinde yalnız Allah'a ibadet etmiş olacağını bilir. Allah bu konuda kendisine hiçbir ortak kabul etmez.
 
       Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:
 
       " Hüküm vermek yalnızca Allah'a aittir. O, kendisinden başkasına değil yalnızca ona ibadet edilmesini emretti."      (Yusuf suresi: 40 )
 
       " Allah hüküm vermekte kendisine ortak kabul etmez."  (kehf suresi : 26 )
 
       İslam devletinde, Kur'an ve sünnette haram olduğuna dair hakkında bir delil bulunmayan meselelerde, yine Kur'an ve sünnete ters düşmemek şartıyla günlük hayatı düzenlemek için bazı kanunlar çıkartılabilir ve bunda hiçbir mahzur yoktur. İslam dini buna izin vermektedir. Örneğin, trafik, imar v.b. gibi konularda çıkartılan kanunlar gibi.
       İslam sistemini bu şekilde açıkladıktan sonra en basit akıl sahipleri bile hakimiyet ve hüküm verme yetkisini yalnız Allah'a veren İslam sistemi ile bunları kayıtsız şartsız millete veren demokratik sistem arasında temelde bir zıtlık var olduğunu kavrayabilir. Demokratik sistemde hükmüne itaat edilmek suretiyle ibadet edilen ilahlar, insanlardır. Çünkü bu sistemde hüküm koyma yetkisi insanların elindedir. İslam sisteminde yalnızca Allah'ın hüküm ve kanunlarına itaat edildiği için, kullara değil yalnızca Allah'a itaat edilir.
       Demokratik sistem Müslümanlar için İslam'ı hakim kılma yolunda çalışırken diğer diktatörlük ve baskı rejimlerinden daha fazla özgürlük verebilir. Fakat verilen bu özgürlükler bizim bu sistemin bir parçası olmamızı meşru kılmaz. Daha öncede anlattığımız gibi bu sistemin bir parçası olmak; İslam'ın temel şartlarından olan hakimiyetin Allah'a ait olması ilkesine zıt olduğu için İslam akidesine temelden zıttır.
       Bu sistemler bazı arap ülkelerinde ve bir zamanlar İslam diyarı olan diğer ülkelerde uygulanmaya başlandığında; İslam'i cemaatlerin en büyüklerinden biri olan İhvan-ı Müslimin o an için parti kurulması noktasında kendisine izin verilmediği için başka bir partiye destek vererek seçime girdi. Şayet devlet onlara parti kurulması hususunda izin vermiş olsaydı, hiç çekinmeden o sistem içerisinde parti kurup onunla meclise girerlerdi. Kaldı ki, onlar bundan daha basitini yapmışlar ve başka bir parti adı altında seçime girmişlerdir. Üstelik çatısı altında meclise girdikleri Vefd partisi, İslam'la uzaktan yakından alakası olmayan laik zihniyetli bir parti idi.
       Bu meseleyi duyduğumda bir İslam tebliğcisi olarak, İhvan-ı Müslim'in o rıadaki lideri Ömer Tilmisani'ye gidip onunla meseleyi tartıştım. Şimdi size Ömer Tilmisani ile aramda geçen meseleyi nakletmek istiyorum. Bu aramızda geçen tartışmayı sizlere aktarmakta ki amacım; okuyucunun, demokratik sistemde bir parti kurup meclise girmenin İslam'a göre caiz olmadığına karar vermesi için gerçekleri ortaya koymaktır.
       Öncelikle Ömer Tilmisani'ye demokrasinin ne demek olduğunu ve nasıl işlediğini kısaca hatırlattım. Yine İslam sisteminin ne olduğunu ve nasıl işlediğini hatırlattım. Sonra ona bir parti kurmayı ve bir parti adı altında meclise girmeyi hangi delile dayanarak caiz görüp böyle bir şeye kalkıştıklarını sordum. Cevabı şöyle idi.
       " Biz partiyi bir gaye olarak değil bir vesile olarak görmekteyiz. Biz mecliste İslam'ı anlatacağız. Biz mecliste İslam'a zıt olan görüşleri kabul etmeyip bunlara karşı çıkacağız." Bende bunun üzerine şöyle dedim
       " Bu senin getirmiş olduğun deliller akli delillerdir. Bunlar Şer'i delil değillerdir. Halbuki Şer'i deliller bu görüşe zıtlık arzetmektedir. Resulullah (s.a.v) zamanında da şimdiki meclisi andıran bir meclis olan Dar-ün  Nedve adını verdikleri bir meclisleri vardı. Resulullah (s.a.v) ne kendisi bu müşriklerin parlamentosuna üye olmuş, ne de Müslümanların oraya üye olup katılmalarına izin vermiş veya onların oraya üye olmalarını emretmiştir. Resulullah (s.a.v) zamanında Dar-ün Nedve'nin idaresi Ben-i Adiyy'e aitti ve bu kabilede olan Ömer bin Hattab da bu mecliste günümüzün dışişleri bakanlığı statüsündeki bir mevkiye ve yetkiye sahipti. Resulullah (s.a.v) Müslüman olduktan sonra gizlice veya açık olarak onun bu görevine devam etmesine dair bir izin veya emir vermemiştir. Kaldı ki, şayet gaye İslam'ı getirmek ise bu amacı gerçekleştirmek için  kullanılan vesilenin İslam'a ya da Resullullah'ın hareket metoduna zıt olmaması gerekir. Çünkü İslam'da diğer tağuti sistemlerde olduğu gibi " Gaye temiz ise vesile ne olursa olsun önemli değildir." Kaidesi geçerli değildir. İslam'da gayede vesile de İslam'a uygun olmalıdır.
       Kureyşliler, Resulullah'a  ilahlarına laf atmaması v akılsızlıkla itham etmemesi şartıyla kendi üzerlerine hükümdar olması teklifinde bulundular. Bu sizin ulaşmak istediğiniz en son nokta değimlidir? Bu yapılan teklifler karşısında Resulullah'ın tepkisi ne oldu? Resulullah (s.a.v) yapılan bu teklifleri kabul edip onların üzerine hükümdar olduktan sonra onları kendi hakimiyetine boyun eğdirdikten sonra, onları İslam'ın hükümlerine tabi ettirebilirdi ve bu onun için çok kısa ve çok kolay yol olurdu. Fakat Resulullah (s.a.s) böyle bir şey yapmadı. Çünkü insanları ilk önce kendisine kul edip daha sonra Allah'a kul etmek İslam akidesine zıttır.
       Bu sizin sözünü ettiğiniz demokrasi sisteminde Allah'ın kanunları değil, batıdan gelen ve insanların kendi yanlarından çıkardıkları insan ürünü kanunlar tatbik ediliyor ve siz bu kanunları kabul ederek parti kuruyorsunuz. Sizin yetkilerinizde ancak bu kanunların verdiği ölçülerle sınırlıdır.
       Mecliste diğer partiler  İslam'a zıt olan bir kanunu oy çokluğu ile kabul ettikleri zaman, siz mecliste buna karşıda gelseniz ve buna karşı oyda kullansanız hiç fark etmez. Çünkü, demokratik sistemin bir gereği olan; " Çoğunluğun kararı geçerlidir." Kaidesini, bu meclise girerken daha en baştan kabul etmiş oldunuz.
       Çünkü, sizinde içinde bulunduğunuz bu mecliste; "Çoğunluk hangi karara varmışsa, ve hangi hükmü uygulamak arzusunda ise, Allah'ın helal ve haram sınırlarına bakmaksızın, çoğunluğun seçtiği kanun uygulanır." Kaidesine göre; Allah'ın hükümlerine zır olan bu kanunları daha meclise girerken resmen kabul etmiş sayılırsınız.
       Baştan kabullendiğiniz bu kaideye rağmen " Biz Allah'ın hükmüne zıt olan şu veya bu kanunu kabul etmiyoruz"  demeniz, mecliste bu kanunu kabul etmeyenlerin sayısını artırmaktan başka bir işe yaramaz. Sadece; bu kanun kabul edildiği taktirde kanunun çıkmasına sizin bir etkiniz olmamış olur, o kadar.
       Fakat böyle bir meclisi baştan kabul ettiğiniz için, mecliste söylemiş olduğunuz o söz sizi mazeretli kılıp küfürden kurtarmaz.
       Zira sizi bu meclise girerken bu meclisin çoğunluğunun kabul etmesi halinde, Allah'ın hükümlerine aykırı hükümlerin de çıkabileceğini biliyordunuz. Örneğin, mecliste faiz helal (serbest) olması oy çokluğu ile kabul edilse siz bu sistemi kabul ettiğiniz için o kararı da kabul etmek zorunda kalırsınız. İmkansız bir ihtimal olan bütün millet vekillerinin size ait olması durumunda bile, kuracağınız devlet yine de bu sisteme uygun bir devlet olacaktır. Halbuki bu sistemin kanun ve kuralları İslam şeraitine açık bir şekilde zıttır. Bu sistemi kabul etmek milletvekillerinin teşride bulunma (kanun koyma) da hak sahibi olduğunu kabul etmek demek değimlidir. Halbuki İslam'a göre teşri hakkı yalnız Allah'a aittir.
       Bunları söyledikten sonra Ömer Tilmisani bana şöyle dedi; "Bizim imamımız Hasan El Benna da seçimlere girmiştir. Büyük alim Mevdudi de parti kurmuştur. Bu anlattıkların dediğin gibi İslam'a zıt ve küfür olsaydı hiç onlar böyle bir şey yaparlarmıydı?"
       Bunun üzerine ben şöyle dedim; "Hasan El Benna nın bunu yapıp yapmaması veya Mevdudi'nin bunu nasıl yaptığı önemli değil. Bu ileri sürdükleriniz şer'i delil değildir. Allah katında Şer-i delil Kur'an ve Sünnettir. Ben sizinle akidevi ve çok açık olan bir meseleyi konuşuyorum ve bu konunun caiz olmadığına dair şer-i deliller getiriyorum. Bunu caiz görüp yaptığınızdan dolayı da sizden de aynı şekilde bunun caiz olduğuna dair Şer-i delil istiyorum. Siz ise açık ve sahih bir delil getiremiyorsunuz. Ben bu meseleyi açık ve sahih bir şekilde delillendirerek yaptığınızın İslam akidesine zıt olduğunu size açıkladım. Siz bana Hasan El Benna şöyle yapmış, Mevdudi böyle yapmış diye cevap veriyorsunuz. Bunlar şer-i delil olamazlar. Şayet onlar sizin dediğiniz gibi bir şey yapmış iseler, İslam'ın onlar hakkındaki hükmü açıktır ve hesabı Allah'a aittir. İslam'da şahıslar ne kadar meşhur olursa olsunlar, ne kadar müçtehid olursa olsunlar şayet yaptıkları ameller Kur'an ve sünnete zıt ise, yaptıkları bu ameller reddedilir ve onlara uyulmaz. Kur'an ve sünnetteki açık delilleri reddedip "Onlar bizim katımızda önemli bir mevkiye sahip alimlerdir. Onlar İslam akidesine ters düşecek bir iş yapmazlar" düşüncesiyle onlara körü körüne bağlanmak İslam'a aykırıdır. Bunları söyledikten sonra o ne bir şey söyleyebildi ve ne de bir cevap verebildi. Ben de ona: " Allah sana hidayet verip doğru yola kavuştursun" diyerek ondan ayrıldım.
       Ömer Tilmisani ile aramda geçen konuşmanın bu konu hakkında hidayeti arayan kimseler için aydınlatıcı bir ışık olmasını temenni ediyorum.
       Değişik cemaat liderleriyle yaptığım tartışmalar sonunda hiçbir cemaat liderinin Şer-i bir delil getirebildiğine tanık olmadım. Delil getiremedikleri zaman onların son sözü özellikle şu olmaktaydı. "O halde ne yapacağız? İslam'ı nasıl hakim kılacağız? bu parti sisteminden başka bir alternatifiniz var mı?"
       Bu sorunun cevabı gayet basittir. Allah (c.c.) bu dini bize dünyaya hakim kılınması için gönderdi ve bu dinle birlikte bu dinin hakim kılınmasında izlenecek hareket metodunu da gönderdi. Bu din Allah'tan olduğu halde onu hakim kılacak metodun kullardan alınması bu dinin pratiğine aykırıdır.
       Bu din ancak bu dini gönderen Allah'ın gönderdiği metodla hakim olur. Resulullah (s.a.v)'in İslam'ı hakim kılmada kullandığı metod, Allah'ın gönderdiği metodun ta kendisidir. İslam'ı yeryüzüne hakim kılmak isteyen İslam davasının erlerinin başarıya ulaşabilmesi için Allah'ın Resulüne bildirdiği ve Resulünün de bize bizzat yaşantı tarzıyla göstermiş olduğu hareket metoduna adım adım harfiyen uymaları gerekir. Bu metoda uymak " Muhammedun Resulullah" şehadetinin uyulması gereken ayrılmaz bir parçasıdır. Bunun dışındaki metodlarla İslam'ın hakim kılınması mümkün değildir.
       İlk Resul Nuh (a.s)'dan son rasul Hz.Muhammed (s.a.v) 'e kadar gelip geçen resullerin hepsinin İslam'ı hakim kılmadaki metodlarına baktığımızda hepsinin ortak bir metod izlediklerini görürüz. Bu yüzden bütün müşriklerin İslam'a ve Müslümanlara gösterdikleri tavır ve tepki de değişmemiş ve hep aynı olmuştur.
       Şu halde Allah'ın dinin hakim kılmada takip edilmesi gereken tek metod Allah resullerinin ve sın rasul Muhammed (s.a.v)'in takip ettikleri metottur. Bunun dışındaki metotlarla İslam'ı hakim kılmaya çalışmak kişileri sapıklık, dalalet, başarısızlık ve zaman kaybına sürükler. Ancak bir takım kimselerin şahsi menfaat elde edecekleri hedeflerine ulaştırır. Rabbani hedefe ise asla.
 
Gelen 58278 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol